top of page
Yazarın fotoğrafıAyça Mumkule Erşipal

Esse Est Percipi Meselesi “Var Olmak Algılanmak mıdır Sadece?”

EQ KOÇUNUN NOT DEFTERİ, NOT 15



"Benlik" konusunu düşündüğümde ilk aklıma gelen; Afrika kabilelerinden birinde süre gelen kadim bir uygulama oluyor. Bir dostumun paylaşımından öğrendim bunu; onlar, bebeklerin doğmadan evvel annelerinin kulağına, hayatları boyunca kendilerine eşlik edecek “şarkı”yı fısıldadıklarına inanıyorlar. Hatta, bebeğin doğum günü bu an olarak kabul edilip yaşı buna göre hesaplanıyor. Anne, henüz rahmine düşmemiş bebeğinden öğrendiği bu şarkıyı önce kocasına sonra da tüm kabileye öğretiyor. Çünkü bu şarkı, sahibine hayatı boyunca eşlik ediyor. Bebek doğum sırasında bu şarkıyla karşılanıyor. Hastalandığında ya da düşüp bir yerlerini incittiğinde şifa olarak, bir başarısında ise kutlama olarak hep bu şarkı söyleniyor. Benim asıl ilgimi çeken ise şu; çocuk ilerleyen yaşlarında toplumsal bir kuralı ihlal eder ya da bir suç işlerse, köy meydanına çağrılıp topluluk tarafından çembere alınıyor ve ona hep bir ağızdan kendi şarkısı söyleniyor. Kabilenin geleneklerine göre, anti-sosyal davranışları düzeltmenin yolu “cezalandırmadan” değil, o bireye kendi “gerçek kimliğini” hatırlatmaktan geçiyor. Ne şahane bir öğreti! Bireyi hem biricik kılıyor hem de öz-yönetim ve öz-denetime davet ediyorlar. Tıpkı bizim atalarımızın “kendine gel!” demesi gibi…

Bu hikâyeyi ilk öğrendiğimde, cüzdanımdan kimliğimi çıkarıp uzun uzun baktığımı hatırlıyorum. Keşke benim de bu karton parçası yerine bir şarkım olsaydı diye düşünmüştüm. O karton parçası bana “varsın” diyordu. Benim bir “kimliğim” Afrika kabile ferdinin ise şarkısı yani “benliği” vardı.

Bu noktada kişisel özerklikten de bahsetmekte fayda var. Büyük hayranı olduğum R.D Laing’e göre; kendini özerk olarak deneyimleme kapasitesi, bir kişinin, kendisinin başka herkesten ayrı bir kişi olduğunun gerçekten farkına varması anlamına geliyor. Görünen o ki; bu farkındalık seviyesine ulaşmak için başkalarınca algılanmış ve onları algılamış olmamız gerekiyor. Bununla birlikte, zihinsel olarak sağlıklı olabilmenin yolu, öteki kişilerin varlığı olmadığında da kendi varlık hissimizi sürdürebilmemizdir. Öz-farkındalık tam da bu noktada devreye girer. Laing’e göre öz-farkındalık iki şey içerir; kişinin kendisinin farkında olması ve başka birinin gözleminin bir nesnesi olarak kendisinin farkında olması.

İşte ben, biraz da Cooley’in ayna benlik kuramından esinlenerek, bu tasnifin ilkine benlik, diğerine ise kimlik demeyi tercih ediyorum. Çünkü toplum aynasından yansıyan “ben”e kolaylıkla maske takabiliriz. Unvanlar, roller ve tercihler de hep bu “ben”e göre biçilirler. Benzerleri de çoktur. Oysa kişinin bizzat kendilik farkındalığı ile oluşan “ben”i benzersizdir. İnsanlar kendi davranışları ve özellikleri hakkında olumlu düşünmek isterler. Ama bu yargılar başkalarının yargılarına da sıkı sıkıya bağlıdır. Hâl böyle olunca öz-değer ve öz-saygımızı kolayca “kimliğimizle” ilişkilendirir aynı kolaylıkla da kaybederiz. Böyle zamanlarda atalarımızın sözünü dinleyip “kendimize gelmeliyiz”. Kimliğimizi oluşturan unvan, etiket ve rollerin daima alternatifi varken benliğimizin yoktur. Kendini bir kez bulmuş olan kişinin de artık kaybedeceği hiçbir şey yoktur…

İşte bunlar heeepppp Duygusal Zekâ 😊

29 görüntüleme0 yorum

İlgili Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page